Toprak kokusu; hele de yağmur sonrası, Güneş ışıl ışıl tüm doğayı aydınlatırken, temizlenmiş havayı içimize çektiğimizde duyumsadığımız muhteşem tazelik kokusudur. Can’dır, hayat’tır… Nasıl da muhteşem hisseder insan kendini, hele de yaz yağmuru altında, çıplak ayaklarla toprakta yürüyorsa. İliklerimize kadar enerjiyle dolmamızı sağlar. Yağmur, bereketli sularıyla bizi şifalandırarak, ruhumuzu temizlerken, sıkıntılarımızı, korkularımızı, endişelerimizi ve negatif elektriğimizi de toprağa gömer, biz de topraklanarak yüklerimizden, acılarımızdan kurtulur, yenileniriz.
Bu muhteşem hayat kaynağımız toprağı, uzun yıllardır o kadar hor kullandık ki son zamanlarda ‘’ dünya sürdürülebilir mi’’ sorusu doğaya verdiğimiz tahribatı görmemize neden oldu. Ünlü Fransız düşünür sosyolog Jean Budrillard ‘’ Sembollerle kuşatılmış bir sanal dünyadayız. Bireyselliğin aşkıyla yaşadığımız yılların sonunda, en tepeden en uçuruma yuvarlanırken bireyselleşme ile mahremiyetin farkını çok geç görmenin acısını çekiyoruz. Ne ‘’ BEN’’ olarak kalabiliyoruz, ne de ‘’BİZ’’e ulaşabiliyoruz. Başkaları tarafından kurgulanmış bir hayatın figüranlığını yapıyoruz’’ derken, dünyamızın gerçek oyuncuları olamamanın sıkıntılarına dikkat çekmiş ve bu gidişin bizleri yok etmesine çok zaman kalmadığı korkularından bahsetmiştir. Yeşil alanların yok edilmesi, hava- su – toprak nimetlerinin hor kullanılması, çok kırılgan bir yapıya sahip olan doğa tahribatına, sonucunda da kıtlığa, yoksulluğa neden olacaktır L. Doğa yapısındaki küçük bir çizik bile insanın bir kolunun yok olması gibidir. Tüm doğa genel olarak hareket halinde bir yapıya sahiptir ve devamlılığını sağlayan kendi başına yürüyen bir düzeni vardır. Her şey ilahi bir düzen içinde birbirine bağlı bir şekilde devam ederken, doğanın dengesini; kendi kendini yenileyemeyecek kadar bozarsak, hava-su-toprak dengesini de bozmuş oluruz ve doğayı yavaş yavaş tüketiriz. Korkulan da tam budur. Dünyada su kıtlığı başlar, yeşil alan, temiz su ve temiz toprak parmakla sayılacak kadar azalır.
Dünyanın ya da medeniyetlerin sonu mu gelmektedir? Evet, bindiğimiz dalı bu şekilde kesmeye devam edersek. Doğadan yararlanmakta haddimizi aşarak, doğal ilişkiyi koruyamayıp, tüm kaynakları bizden sonrakileri düşünmeden yok edecek olursak, dünyanın sonunu da getirmiş oluruz.
Alexander Van Humboldt, 1800’lerin başında güney Amerika’ya yaptığı geziden sonra ‘’ ormanı üzersen su, su kirlenirse toprak üzülür’’ diyen yerlilere öykünerek, Avrupalı istilacıların ormanları keserek, su kaynaklarını kurutarak kıtada başlattıkları çölleşmeyi kıyaslamış ve ‘’sürdürülebilir bir Doğa’’ demiştir.
Toprak anadır, berekettir, şifa kaynağıdır. Geçmişten günümüze muhteşem toprak – taş evlerle yaşam alanlarımızda, toprak kaplarla da lezzet harikası ve sağlık taşıyarak midelerimizde yerini korumuştur.
‘’İlkbaharda usul usul yürü; Toprak ana hamiledir’’ der Kızılderililer. Bahar tüm güzelliği ile yüzünü gösterdi. Yeniden canlandık ve artık olgunluğa eriştiğimiz bu günlerde toprak ana tüm bereketiyle bizi kucaklamakta ve şifa vermeye hazır beklemektedir. Ben de diyorum ki değerli ozanımız Aşık Veysel’in ‘’ Benim sadık yârim kara topraktır ’’ deyişiyle toprağın iyileştirici gücüne sığınalım. Ruh, beden ve zihin bütünlüğümüzü sağlayarak, ruhsal ve fiziksel olarak gerçek huzura ve dinginliğe ulaşalım.
SEVGİYLE KALIN